Çocuklar için okuma zamanı: 17 dk
Bir zamanlar bir karı koca vardı; tek çocuklarıyla şehirden uzak bir vadide yalnız yaşıyorlardı. Bir gün kadın çam yaprağı toplamak üzere ormana gitti; iki yaşındaki oğlu Hans’ı da yanına aldı. İlkbahar yeni başlamıştı; ormandaki rengârenk çiçeklerden hoşlanıyordu çocuk; bu nedenle annesi onu her gün yanına alıyordu. O gün çalılıklar arasından iki haydut fırlayarak kadınla çocuğu yakaladıkları gibi ormanın derinliklerine kaçırdılar; oraya hiç kimsenin uğradığı yoktu. Zavallı kadın onlara çocuğu serbest bırakmaları için yalvardı; ama herifler taş yürekliydi. Onun yalvarıp yakarışına aldırış etmeksizin ikisini de zorla yanlarında sürüklediler. İki saat boyunca çalılıklar arasında yürüdükten sonra bir kayalığa vardılar. Burada bir kapı vardı. Haydutlar vurur vurmaz bu kapı açılıverdi. Uzun ve karanlık bir koridordan geçtikten sonra, bir ocakta yanan ateşin aydınlattığı büyük bir mağaraya geldiler. Duvarda kılıçlar, palalar ve diğer silahlar asılıydı; ışık altında hepsi pırıl pırıldı. Ortadaki siyah bir masada dört haydut kâğıt oynamaktaydı; reisleri de baş köşedeydi. Kadını görünce yerinden kalkarak ona yaklaştı ve korkmamasını, sakin olmasını, kendisine bir zarar vermeyeceklerini anlattı; etrafı derleyip toplayıp yemek pişirdiği takdirde burada rahat bir hayat sürebileceğini de vurguladı. Daha sonra kadına yiyecek bir şeyler verdikten sonra, çocuğuyla birlikte yatacağı yatağını gösterdiler. Kadın dört yıl bu haydutların arasında yaşadı; bu arada Hans büyüdü ve güçlendi. Annesi ona masallar anlattı ve mağarada bulduğu bir şövalye kitabından maceralar okudu. Hans dokuz yaşına geldiğinde kendine çam dalından sağlam bir değnek yonttu ve onu yatağının altına sakladı. Sonra anasının yanına vararak, „Anneciğim, söylesene bana, benim babam kim? Bilmek istiyorum!“ dedi. Annesi hiç ses çıkarmadan sustu; doğup büyüdüğü yeri özlemesin diye ona söylemek istemedi. Ayrıca bu acımasız haydutların onu serbest bırakmayacağını da biliyordu. Öte yandan Hans’ın, babasına kavuşamayacağını düşündükçe yüreği parçalanıyordu
Haydutların soygundan döndüğü bir gece Hans, değneğini yanına alıp çete reisinin karşısına geçerek, „Ben şimdi babamın kim olduğunu bilmek istiyorum; bunu bana söylemezsen seni döverim!“ dedi. Reis gülerek ona öyle bir tokat attı ki, oğlan masanın altına yuvarlandı. Ama çok geçmeden yine ayağa kalktı ve değneğiyle reise ve adamlarına öyle bir dayak attı ki, her biri elini ayağını kıpırdatamaz hale geldi. Bir köşeye çekilmiş olan annesi oğlunun bu cesaretine ve gücüne hayran kaldı. Hans işini bitirdikten sonra annesine dönerek, „Ben çok ciddiyim; babam kimdir, bilmeliyim!“ dedi. Annesi, „Bak Hans’çığım, istersen onu buluncaya kadar birlikte gidip arayalım“ diye cevap verdi. Çete reisinin cebinden giriş kapısının anahtarını aldı; bu arada Hans da bir çuval un sırtladı; ayrıca altın, gümüş, yani ne kadar değerli eşya varsa taşıyabildiği kadarını bu çuvala yükledi. Birlikte mağarayı terk ettiler. Ama karanlıktan aydınlığa çıktıklarında yemyeşil orman, çiçekler, kuşlar ve gökyüzündeki sabah güneşi Hans’ın gözünü aldı. Bir an durup aklını başına toparlamaya çalıştı. Annesi evin yolunu aradı, birkaç saat yürüdükten sonra evlerinin bulunduğu ıssız vadiye ulaştılar. Babası kapı önünde oturmaktaydı. Karısını görünce, hele Hans’ın, ölü sandığı oğlu olduğunu öğrenince sevinçten ağlamaya başladı. Hans artık on iki yaşında olmasına karşın boyca babasından daha da uzundu. Hep birlikte eve girdiler. Hans sırtındaki çuvalı ocağa bitişik sıranın üstüne bırakır bırakmaz ev çatırdadı; sıra kırıldı ve döşeme çöktü; ağır çuval kilere düşüverdi. „Bu ne yahu?“ diye söylendi adam, „Evi yıktın!“
„Merak etme, babacığım!“ diye cevap verdi Hans, „Çuvalın içindekilerle yeni bir ev yaparsın.“
Ve Hans babasıyla birlikte yeni bir ev inşa etmeye, hayvan ve toprak satın alarak elde ettikleri ürünü satmaya başladı. Tarlayı hep Hans sürüyor, harman yerinde düvenin altına samanları hep o serpiştiriyordu; boğalar düveni kendiliğinden çekiveriyordu. İlkbahar gelip çattığında Hans, „Baba, para sende kalsın; bana elli kiloluk bir değnek yaptırt; gurbete çıkarken onu yanıma alacağım“ dedi. Değnek hazır olunca onu alarak baba evini terk etti; derken yolu karanlık ve balta girmemiş bir ormana düştü. Birden bir çatırtı ve çıtırtı işitti; çevresine bakınınca bir çam ağacı gördü. Dibinden ta tepesine kadar gövdesi bir halatla sarılıydı; oğlan gözlerini yukarı çevirdiğinde koskoca bir herifin ağacı değnek gibi salladığını gördü. „Heey, napıyorsun sen orda?“ diye seslendi Hans. Herif, „Ben dün çam yapraklarını dürdüm, onlardan halat yapmak istiyorum“ diye cevap verdi. „Bu iyi işte! Adamda kuvvet var!“ diye düşündü Hans ona seslenerek, „Sen boşver bunu, benimle gel, daha iyi“ dedi. Adam ağaçtan indi; boyu Hans’tan bir baş uzundu. Kaldı ki, Hans da kısa sayılmazdı. Oğlan ona, „Bundan sonra senin adın Çamdürücü olsun“ dedi. Birlikte yürümeye başladılar; bir ara tak tak tak diye öyle sesler duydular ki, her vuruşta sanki yer yerinden oynuyordu. Derken koskoca bir kayalığa vardılar. Burada koskoca bir dev durmuş, yumruğuyla kayadan parçalar koparmaktaydı. Hans ona ne yaptığını sorduğunda dev:
„Geceleri ne zaman uykuya yatsam ayılar, kurtlar ya da başka hayvanlar gelip orayı burayı kokluyor; ben de bir türlü uyuyamıyorum. Kendime bir ev yapıp içine gireyim, bir güzel uyku çekeyim de, rahat edeyim diyorum“ dedi. „Haklısın be! Aslında iyi de olurdu!“ diye aklından geçiren Hans ona:
„Sen ev yapmayı falan bırak da, bizimle gel!“ dedi. „Senin adın da Taşkoparan olsun!“
Adam razı oldu ve üçü birlikte yola çıktılar. Vardıkları her yerde vahşi hayvanlar onlardan ürkerek kaçtı. Akşam olunca eski ve terk edilmiş bir şatoya geldiler. Içeri girdiler ve büyük bir salonda uyudular. Ertesi sabah Hans bahçeye çıktı; burası tamamen bakımsızdı, her tarafı yabanıl otlar bürümüştü. Oraya girer girmez karşısına çıkan bir yabandomuzu ona saldırdı; oğlan değneğiyle bir vuruşta onu yere yıktı ve sonra sırtladığı gibi şatoya taşıdı. Hayvanı şişe geçirdikten sonra güzelce kızarttılar ve afiyetle yediler. Bundan böyle her gün iki kişi ava çıkacak, üçüncüyse şatoda kalıp yemek pişirecekti; adam başına dört buçuk kilo et düşmüştü! İlk gün Çamdürücü evde kaldı, Hans’la Taşkıran ava çıktı. Çamdürücü yemek pişirirken üstü başı perişan, yaşlı bir cüce şatoya gelerek et istedi. „Hadi ordan serseri, sana et met yok!“ dedi Çamdürücü. Ama o çelimsiz cüce karşısındakine yumruklarıyla öyle bir girişti ki, Çamdürücü karşı koyamadı ve yere düştü; güç nefes alıyordu. Cüce hıncını alıncaya dek oradan ayrılmadı. Hans’la Taşkıran avdan döndüklerinde Çamdürücü onlara cüceden ve yediği dayaktan bahsetmedi ve onlar da evde kalsın da pataklanmak nasılmış görsünler diye içinden geçirerek keyiflendi. Ertesi gün evde kalma sırası Taşkıran’daydı; Çamdürücü’nün başına gelenler onun da başına geldi; cüceye et vermek istemediği için o da güzel bir dayak yedi. Diğerleri akşama doğru eve döndüğünde Çamdürücü Taşkıran’a baktı; o anda ikisi de sustu ve Hans da şu dayaktan kısmetini alsın bakalım diye akıllarından geçirdiler. Bir gün sonra Hans evde kaldı; mutfaktaki işini bitirip kaynamakta olan kazanı karıştırırken aynı cüce çıkageldi ve ondan bir parça et istedi. Zavallı cüce, ona kendi payımdan vereyim de, öbürkülerin eti eksilmesin bari diye düşünen Hans ona biraz et verdi. Cüce bunu yiyip bitirdikten sonra yine et istedi. Yufka yürekli Hans ona daha iyi bir parça et verdikten sonra:
„Artık yeter, herhalde!“ dedi. Cüce üçüncü kez et isteyince oğlan, „Şımardın ama!“ diyerek ona bir şey vermedi. Arsız cüce onun da üzerine atılarak Çamdürücü’yle Taşkıran’a yaptığı gibi, bir dayak atmak istedi. Ama yanlış kapı çalmıştı! Hans hiç zorlanmadan ona değneğiyle bir kere dokunduğu gibi cüce merdivenlerden sıçrayarak kaçtı. Hans peşinden gitmek istedi, ama tökezleyerek boylu boyunca cücenin üzerine düştü. Tekrar doğrulduğunda cüce kaçmıştı bile. Hans onu ormana kadar kovaladı ve kayalıklardaki mağaraya nasıl giriverdiğini de gördü. Sonra eve döndü, ama mağaranın yerini işaretlemişti. Onun sapasağlam geri geldiğini gören ötekiler şaşırdı; Hans onlara olan biteni anlattı; onlar da artık susmayarak kendi başlarına gelenleri açıkladı. Hans gülerek, „Hak etmişsiniz; et konusunda da cimri davranmışsınız. Ayrıca siz koca adamlarsınız, bir cüceden dayak yemeye utanmıyor musunuz?“ dedi. Neyse, üçü de bir küfeyle halat alıp kayalıklardaki mağaraya gitti. Hans’ı küfeye koyup halatla aşağı sarkıttılar. Hans dibe vardığında orada bir kapı gördü. Kapıyı açtı, içerde genç ve güzel bir kız oturmaktaydı; güzel demek yeterli değildi! O güzelliği tarif edecek kelime bulamıyor insan! Ve kızın yanında da, Hans’a bakarak pişmiş kelle gibi sırıtan cüce vardı. Ancak kız zincire vurulmuştu ve üzgün üzgün bakmaktaydı. Hans ona çok acıdı. Şu pis cüceden onu kurtarmalıyım diye kendi kendine söylendi. Ve değneğiyle dokunur dokunmaz cüce yere düşüp öldü. Hans hemen genç kızı zincirlerinden kurtardı; ama güzelliğine de hayran kaldı. Genç kız ona, kendisinin bir prenses olduğunu, ülkesindeki vahşi bir kont tarafından kaçırılıp buradaki mağaraya hapsedildiğini anlattı; kendisiyle evlenmek isteyen kontu reddetmişti. Kont da cüceyi onun başına nöbetçi olarak dikmişti! Cüce de işkence yapmaktan geri kalmamıştı. Hans genç kızı küfeye koyarak yukarı çektirtti. Daha sonra boş küfe yine aşağı sarkıtıldı. Ama Hans’ın yandaşlarına pek güveni yoktu. „Acayip davrandılar; sana cüceden hiç bahsetmediler. Kimbilir şimdi sana karşı ne numara çevirecekler!“ diye söylendi kendi kendine. Ve sepete kendisi bineceği yerde elli kiloluk değneğini koydu. İyi ki de öyle yaptı! Çünkü yarı yoldayken sepeti bırakıverdiler; Hans içinde olmuş olsaydı ölmüştü! Ama şimdi buradan yukarıya nasıl çıkacağını bilemiyordu; ne kadar kafa yorduysa da, bir çare bulamadı. „Çok yazık; burada açlıktan öleceksin“ diye söylendi kendi kendine. Böyle bir aşağı bir yukarı dolaşıp dururken, daha önce genç kızın bulunduğu ufak odaya geldi. Derken, bakışları cücenin parmağındaki yüzüğe takıldı; yüzük ışıl ışıl parlıyordu. Onu alıp kendi parmağına taktı ve yüzüğü döndürdüğü anda başının üzerinde bir uğultu işitti. Yukarıya baktı ve orada, havada uçan cinleri gördü. Cinler, „Efendimizin emirlerini bekliyoruz“ dedi. Hans önce şaşırdı, ama sonra kendisini yukarı çekmelerini istedi. Emrini hemen yerine getirdiler; oğlan kuş gibi uçtuğu hissine kapıldı. Yukarıya vardığında orada kimseyi göremedi. Şatoya gitti; orada da kimse yoktu! Çamdürücü ile Taşkıran çekip gitmişti; genç kızı da yanlarına almışlardı. Hans yüzüğü bir kez daha döndürünce cinler çıkageldi; oğlana yandaşlarının denize açıldığını söylediler. Hans cinlerden birine binerek deniz kenarına kadar geldi; ta uzaklarda ufak bir tekne gördü; içinde kalleş yandaşları bulunuyordu. Hans kızgınlıktan ne yapacağını bilemedi; değneğini kaptığı gibi yüzmeye başladı, ama elli kiloluk değnek onu dibe çekti; neredeyse boğulacaktı. Neyse ki, tam zamanında yüzüğü çevirdi de, cinler gelip onu havada uçurarak tekneye yetiştiriverdi. Oraya varınca Hans, o kötü niyetli yandaşlarına hak ettikleri dayağı değneğiyle öyle bir attı ki! Sonra da onları denizde bıraktı. Ondan sonra da küreklere asılarak, ikinci kez hayatını kurtardığı güzel kızı anne ve babasına teslim etti. Daha sonra da onunla evlendi. Böylece herkes mutlu oldu.
Bilimsel analiz için bilgiler
Gösterge | Değer |
---|---|
Numara | KHM 166 |
Aarne-Thompson-Uther Endeksi | ATU Typ 650A |
Çeviriler | DE, EN, DA, ES, PT, IT, JA, NL, PL, RU, TR, VI, ZH |
Björnsson tarafından okunabilirlik indeksi | 46 |
Flesch-Reading-Ease Endeksi | 0 |
Flesch–Kincaid Grade-Level | 12 |
Gunning Fog Endeksi | 19 |
Coleman–Liau Endeksi | 12 |
SMOG Endeksi | 12 |
Otomatik Okunabilirlik Endeksi | 11.3 |
Karakter Sayısı | 11.270 |
Harf Sayısı | 9.318 |
Cümle Sayısı | 151 |
Kelime Sayısı | 1.601 |
Cümle Başına Ortalama Kelime | 10,60 |
6'dan fazla harf içeren kelimeler | 567 |
Uzun kelimelerin yüzdesi | 35.4% |
Toplam Heceler | 3.892 |
Kelime Başına Ortalama Heceler | 2,43 |
Üç Heceli Kelimeler | 693 |
Üç Heceli Yüzde Kelimeler | 43.3% |